30 Temmuz 2011 Cumartesi

15'lik Küçük Kadına

Suskun ve çiçeği burnunda gelin, İzmir kokusunu çeker içine, doyamaz evinin tüm pencerelerini açar sonuna dek. Deniz evinde dalgalanır, o denize dalga olur. Yüreği sıkışır, yine de gülümser ister istemez. İzmir böyledir işte, ağlamak isteyeni bile gülümsetir; zorla ve belki sessizce.


Ölüm bir adım ötede soluk soluğadır, çok yakınında ve bir anlık nefessizlikte saklıdır. O eli kolu bağlı bekler, başka çare kalmamıştır. Sessizlik ne büyük acı! Peki ya ölüme yenik düşmekten daha acısı var mı?

Yapma diyemiyorum nefese musallat olmuş o yılana. 

Zehri dilinde değil bu kez, salyaları akıyor her yanıma.

Özlemeye bile fırsat bulamadan, kapının önünde çaresizce bekliyoruz aslında. Sen bizi köşemize çekilmiş bil. Anahtar deliğinden görünmeyiz, pencereden baksan da bulamazsın. Biz seni hem bedenimizle hem de içimizdeki sancıyla bekleriz. Ta ki sen, gitmekle bir şeyleri çözemeyeceğini anlayana dek... Ne zaman attın içindeki siyah zehri, o vakit göreceksin gözlerimizde saklı tuttuğumuz umut çiçeklerini. 

Her biri sana dair, her biri buket buket.

Mezar taşıyla uyumsuz renkte çiçekler... 




Mezarına koysak renkleri uymaz, yakışmaz. Çirkin görünürsün. 

Ellerine versek, gülümsesen dünya güzeli olursun.

Çirkin olamazsın ki sen.

Sana yakışmayanı sevmezsin, uyumsuzluktan nefret edersin.

Ölüm yakışmıyor sana. 

Sen ölemezsin...

0 yorum:

Yorum Gönder

Bu blog dir.